10 Aralık 2005

Yenimahalle-Ankara'da geçen 8 yılım ( 1955-1963)


Yenimahalle 1950'li yıllarda belediye reislerinden Ragıp Tüzün tarafından gerçekleştirilmiş ilk ve başarılı toplu konut projesidir. İlkokul 4-5. sınıfları Barbaros İlkokulu'nda, ortaokulu Yenimahalle Kız Lisesi'nde(YKL), liseyi yeni açılan Mustafa Kemal Lisesi'nde okudum (MKL).


Oturduğumuz ev Miralay Nazım bey sokakta ve Barbaros İlkokulu'na çok yakındı. 8 yılım bu sokakta geçti. Mahallemizde hemen hemen herkes birbirini tanırdı. Hatırlayabildiğim kadar sokağımızda oturan arkadaşları ve evlerini işaretledim. 40 yılı aşan bir zaman sonrasında bazı isimleri çok zor hatırladım. Bu sokakta her türlü yaramazlık yapılır ve gündüz gece her türlü oyun oynanırdı.
Mustafa Kemal Lisesi öğretmenleri ve beraber okuduğumuz arkadaşlarımla benim yaşamımı şekillendiren okul oldu. Ne yazık ki üç, dört arkadaş dışında biraraya gelmek bir daha mümkün olmadı


05 Aralık 2005

Eski Pasaportumda Damgalar

Eski pasaportumdaki damgaları değerlendirerek 12 yılımı kayda geçirdim.

DAMGALAR
28/03/71 Çıkış Uzunköprü-Bremen Tren





15/01/72 Giriş Hannover-Esenboğa Uçak Behlül Or
29/01/72 Çıkış Yeşilköy-Hannover Uçak





05/08/72 Giriş München-Yeşilköy Uçak Kaza dönüşü
24/08/72 Çıkış İstanbul-Marsilya Gemi Karadeniz





22/04/73 Giriş Stuttgart-Yeşilköy Uçak VW Garajda
19/05/73 Çıkış Yeşilköy-Stuttgart Uçak





31/05/74 Giriş Frankfurt-Esenboğa Uçak VW Knoeppler'de
26/06/74 Çıkış Yeşilköy-Frankfurt Uçak





03/07/75 Giriş Dereköy VW Oto ile Varna-Burgaz
22/07/75 Çıkış Kapıkule VW Kuşadası-Edirne





11/06/76 Giriş Kapıkule VW Oto ithali
29/07/76 Çıkış Esenboğa-Frankfurt Uçak





11/06/77 Giriş Kapıkule R5
03/07/77 Çıkış İpsala R5 Annemlerle Almanya'ya





19/12/77 Giriş Esenboğa Uçak
VW Satış
Arsa alış
01/01/78 Çıkış Esenboğa Uçak





03/10/78 Giriş Kapıkule R5 Nedret'le
17/11/78 Çıkış Kapıkule






18/11/79 Giriş Yeşilköy Uçak
16/12/79 Çıkış Esenboğa Uçak





15/12/80 Giriş Esenboğa Uçak
06/01/81 Çıkış Yeşilköy Uçak





11/06/81 Giriş Kapıkule R5 Ürgüp-Göreme
27/07/81 Çıkış Kapıkule R5





12/10/81 Giriş Kapıkule R5 Turgut Tüfekçi
13/02/82 Çıkış Dereköy R5 Eska komputer kontrol,
Zincir, Buz-Kar





07/04/82 Giriş Kapıkule VW Bükreş-Rusçuk -R5 Nuri'de
06/07/82 Çıkış Dereköy VW Oto Triptik doldu 





26/07/82 Giriş Kapıkule VW
23/10/82 Çıkış Kapıkule VW Şule ile





22/11/82 Giriş Kapıkule R5 VW Şükrü'de
25/03/83 Çıkış Kapıkule R5 Wiesbaden'de bitti hurdaya gitti





10/04/83 Giriş Yeşilköy Uçak
15/07/83
Kati dönüş eşyaların gümrükten alınması






20 Eylül 2005

Uydudan Hamamönü

Bir ayda çok şey değişiyor. Çocukluk yıllarımı anlatırken oturduğumuz yeri gösteren harita bulmakta zorlanmıştım. Uydu resimleri bulanıktı. Bir haftadan beri Ankara için temiz uydu resimleri var. Ankara kalesi burcundan çektiğim resimle uydu resmi beraberce güzel bir anlatım sağlıyor. Uydu resimleri Yenimahalle'de geçen gençlik yıllarımın anlatımında da bana çok yardımcı olacak.


Yukardan aşağıya doğru çarpı işaretlediğim yerler:
Ankara Kalesi'nin burcu; Arslanhane Camii; Karacabey Hamamı
İstiklal İlkokulu; Oturduğumuz ev; Hacettepe Parkı

Çevreyi bilenler Doğumevi ve Dörtyol'u çabukca bulacaklardır. Kurtuluş stadının bulunduğu yerde bir açıkhava sineması vardı. Samson ve Dalila filmini burda seyrettiğimi çok iyi hatırlıyorum.

Mavi Çizgi Fotoğrafı çektiğim kale burcundan Kurtuluş istasyonuna bakan doğrultuyu gösteriyor.


Üstte Sarıkadın sokak Onkoloji Hastahanesi ayrıca Hacettepe binaları çok belirgin

16 Eylül 2005

Topoğrafya Arazi Kampı ve Resmi



Bu resim çok beğenildi. Bir gün Cengiz Caner kardeşim sayfamıza koymamız için eski günlerden kalma fotoğraflar getirdi. Bu resim de aralarında idi. Ben bu resimdeki çarpıcılığı nerdeyse bir yıl kadar fark edemedim. Bir gün kafamda bir şimşek çaktı. Bu resimdeki derinlik, kurgu herşey mükemmeldi. Resim kalitesi de fena sayılmazdı. Otobüsün burnu, perdeleri bulunduğu durum çok şey anlatıyordu. 196o öncesi burunsuz otobüs yoktu. Bütün otobüsler burunlu idi. Plakalar da yanlız bir numara idi. Plakalarda şehir kodunun yer alması da bu yıllarda oldu.
Elinde jalon ve mira taşıyan gençler resme başka bir hava veriyorlar. Şükrü Dedeoğlu da kompozisyonu tamamlıyor.
Yaptığımız toplantılarda bu resmin konuşulduğunu çok duydum. Bu tip resimler bulmamı salık veren çok oldu. Ben bu resmi bir yıl boyunca fark edemedim. Birşeyi arayıp bulmak gerekmiyor bazen. İnsan yanındaki güzellikleri görmüyor çoğu zaman, ama arıyor ne aradığını bilmeden.

25 Ağustos 2005

Eski Ankara ve Hacettepe Üniversitesi


Bu resmi Ankara Kalesi Burcundan çektim. Tesadüfen güzel ve verimli bir resim oldu. Yüksek çözünürlü çektiğim için Hamamönü ve Hacettepe parkını keserek büyüttüm. Arslanhane camii için de güzel bir görüntü oldu. Görünen okul Yeni Hayat İlkokulu olup Ankara'nın en eski okullarından biri.


Hacettepe Üniversitesi Merkez Kampüsü planını üniversite web sayfasından aldım. Evimizi, okula başladığım ilkokulumu ve gezmeye gittiğimiz Hacettepe parkını işaretledim. Evimiz Onkoloji hastahanesi binasının bahçesinde kalmış.


Arslanhane Camii Ankara'nın en eski camiilerinden biri 1300 yıllarından kalma. Kale içinde Alaeddin Camii 100 yıl daha eski. Ankara camiilerinde çok görülen bir şekilde çatı 35-40 cm çapında ahşap kolonlar üstünde duruyor. 24 adet ağaç dikmesi var.



Bu resimde sağda Karacabey Hamamı çinko çatısı ve fenerleri görülüyor. Fenerler arasından sarı boyalı Hamamönü fırını da seçiliyor. Gerideki bina Onkoloji hastahanesi.


Bu resimde şimdi otopark olarak kullanılan eski Hacettepe parkı görülüyor.


Parkın ortasında çok güzel bir heykel vardı. Üç kadın heykeli bana mitolojide Troya savaşlarının başlamasına sebep olan üç Tanrıça arasındaki güzellik yarışması efsanesini anımsatır. Bu heykelin tavanından gelen su çörtenlerinden akarak heykeli çevreleyen havuzu doldururdu. Otopark için feda edildiğini sandığım o güzelim park yok oldu gitti. Heykel bir süre Tandoğan meydanını süslemiş sonra sanat düşmanı eller tarafından depoya kaldırılmış. Heykelin buradaki söküldüğü yer olduğu gibi duruyor.

İşte bu güzel heykelin benim gördüğüm zamandan da eski bir resmi.


İlk resmi çektiğim kale burcu. Önünde Yeni Hayat İlkokulu ve Arslanhane Camii görünüyor.

19 Ağustos 2005

Çocukluk Yıllarım 1948-1955


Doğduğum zaman Ankara'da Hacıbayram camii yakınında bir evde oturmuşuz. Ben iki yaşlarında iken Hamamönü'ne taşınmışız. Kurtuluş tren istasyonu ile Hamamönü'nü Sarıkadın sokak birbirine bağlar. Burada yedi sene oturduk. 1953 yılında ilkokula burada başladım. İstiklal ilkokulu yıkılmış şimdi Hacettepe Üniversitesi saymanlık binası olarak yeniden yapılmuş. Bugün Sarıkadın sokak Hacettepe Üniversitesinin sınırını oluşturuyor. Yurt binaları sokağın sağ tarafına da geçmiş.


Yaramaz mahalle çocukları ile birlikte Kurtuluş istasyonu da oyun alanımıza girerdi. Raylara çivi koyup düzleştirmek şimdi hatırladığım yaramazlıklarımızdan biriydi.


Alt geçit Yenişehir yönünden gelenlerin kullandığı bir yoldu. O zamanlar Orman bakanlığında çalışan babam saat beşbuçukta ordan görünürdü.


Hacettepe Camii yanında bir çeşme ve dükkanlar vardı. Belime kadar gelen bir güğümle burdan eve su taşıdığımı çok iyi hatırlıyorum.


Bizim oturduğumuz ev yıkılmış ve üniversite arazisinde kalmış. Karşımızda olduğunu sandığım ev de yıkıldı yıkılacak. İkinci park yapılmaz işaretinin olduğu yerde oturuyorduk.


Burası da meşhur Sarı Kadın camii. Levhasını Sarı Kadı olarak değiştirmişler. O kadar sene oturduk kimse bu ismin anlamını sormadı. Burası benim ilk bayram namazına gittiğim camii.


Hamamönü yönüne bir bakış. Bu kısımda eski evler daha yıkılmamış. Resim sokağın eski durumu hakkında fikir veriyor.
 
Yukardaki satırları yazdıktan 20 yıl sonra bu sokakta oturan tanıdıklarımı, isimleri ile kayda geçirmek fikri aklıma geldi. Sağdaki kapılardan birinden içeri girince Firdes hanım teyze ve Şakir amca otururlardı. Selcan isimli bir kızları ve dayımın da arkadaşı olan İsmet isimli bir oğulları vardı. Yılbaşı olunca onlarda toplanırdık. Benim çektiğim bilete piyango çıktığını da o gece orada öğrenmiş olmalıyız. 
Tam Sarı Kadın Camii karşısında da yoğurtçuluk yapılan evde ailenin kızı Bihterin ablamın oturduğunu yıllar sonra öğrendim. Memduh Ağbeyim ve Bihterin Ablamın Kozyatağı'nda dairemizin  üstünde İstanbul'a tatile geldiklerinde kaldıkları daireleri vardı ve orada oturduklarını onlar anlattılar.



Bu da meşhur Hamamönü fırını. Ben 55 senelik ömrünü biliyorum. Hala çalışmakta. Hamur yoğuran işçilerin ayakları ile hamur yoğurduğunu burda gördüm.


Bu semte ismini veren Karacabey Hamamı. Onarılmış ve eskisinden güzel olmuş. Üniversite arazisinde temelleri esas alınarak onarılmakta olan Karacabey Camii de çok etkileyici. Eskiden binalar arasına sıkışıp kaldığı için bu eski cami bende hiç iz bırakmamış.


Hamamönü çarşı ve dükkanları. Sağda görünen dükkanlar arasında bir piyango bayiinden benim çektiğim bilete ikramiye çıkmıştı.

22 Temmuz 2005

Yürüyüş Güzergahım


1984 yılından beri Kozyatağında oturuyorum. Eski Kozyatağı bir camii ve karakolun bulunduğu çeşmesi ve çınar ağaçları olan bir yerleşim merkezi idi. Çevredeki Atatürk, İnönü ve Bayar caddeleri giderek çok gelişti ve güzelleşti ve benim için iyi bir yürüyüş alanı ortaya çıktı. Yakınımızda Çamlık parkı var. STFA blokları arasında kalan bu park yok edilememiş son yeşil alan. Hemen yanına Acıbadem hastahanesi yapıldı. Yürüyüş güzergahım bu parkın içinden geçiyor. STFA blokları arasından İnönü caddesine çıkıyorum. Atatürk caddesi bağlanntı noktasına geliyorum. Sonra Atatürk caddesi boyunca SahrayıCedid'e kadar gidiyor İnönü caddesinden dönüşe geçiyorum. İnönü caddesinden Bayar caddesine ayrılıyorum ve bu yol beni evime getiriyor. Temposuz yürüdüğüm için 45 dakika bir saat dolaşmış oluyorum. Bizim yaşımızda artık adım sayısı önem kazanıyor. Her gün on bin adım atmak gerekiyor yanılmıyorsam.

29 Haziran 2005

Bir iş. Bir ev. Bir araba. Bir de eş.

Dün çok sicak bir gündü. Böyle havalarda moda çay bahçesinde oturup esinti altında İstanbul'u seyretmeyi çok severim. Masaya oturunca ister istemez yan masaya kulak misafiri olursunuz. Başkalarının konuşmalarını dinlemek ayıp diye öğretilse de ayıp şeyler insanı etkileyen yaşama dair güzellikler karşısında anlamını yitiriyor. Hele bir de misafiri olduğunuz kişiler seslerini kontrol edemiyorlarsa.....
Kişileri görsem tanımam. Hikaye olması için anlayamadıklarımı ben uydurdum.
Yeni doktor olmuş iki arkadaş iki genç. Biri erkek ve biri kız. Her zaman olduğu gibi konuşkan olan genç kız okul arkadaşına hayatını anlatıyor. Kız çok mutlu. Bir iş bulmuş gideceği yerde hiç para harcamayacağını kırk milyar lira kazanacağını anlatıyor. Ataşehir'de bir ev bile alabileceğini düşünüyor. Erkek arkadaşı o paranın ile ilk peşinat olabileceğini yardım alması ve borç ödemesi gerekeciğini söylüyor. Yaşam mücadelesi. Bir iş bir ev ve bir araba. Kız hastaları ve hastahaneyi çok seviyor. Beni arayan hatır soran hastalarım var diyerek anlatıyor. Lösemili hastalarla beraber olmuş. İsimleri ile onları ve nasıl kaybettiklerini anlatıyor. Onları hayata bağlamak için sevgiyi de kullandığını özenle anlatıyor. Hatta ileri giderek evlenmek ümidi vermekten bile çekinmemiş. Acı olanı her son gidişinde boş bir yatakla karşılaşması. Oğuz'u kaybettik diye bitiriyor. Her hastası bir isim. İçlerinde madde bağımlılar problemli kişiler de var.
Hastahanelerdeki sosyal uçurumdan çok etkilenmiş. Bir odada hocanın zengin bir hastası ile fakir bir çocuğun beraber kalışlarını anlatıyor. Zengin hasta çocuğun ailesi çocuklarının moralini yükseltmek için yatak çarşaflarına kadar herşeyi Barby almışlar. Yan yatakta yatan çocuk ise dağdaki çoban. Zavallının pijamasını bile birileri uydurmuş vermiş. Ben diyor başladığım zaman bir hastanın ilacını başka bir hasta adına yazmaya karşı idim fakat şimdi rahatça yazıyorum. Bu yolla zenginden alıp fakire verdiğini düşünüyor.
Bir çarpıcı olay anlattı. Bu olay beni de çok etkiledi belki de bu yazıyı yazmama sebep oldu.
Bir hastaya serum veya benzeri bir şeyi değiştirip takması için gönderiliyor. Tam taktığı sırada hasta ex oluyor. Hasta yakını kadın başlıyor bağırmaya kocamı bu kız öldürdü diye. Ben de başladım ağlamaya diye anlatıyor. Diğer doktor arkadaşlarının kendisinin bir suçu olmadığını söylemeleri de onu ikna edemiyor. Kendisi ile vicdan hesaplaşmasının ve hasta yakınlarından korkusunun onu çok sarstığını anlatıyor. Bir genç insan yaşamın içinde pişiyor.
Şimdi benim hastam değişiyor. İki genç doktor hesaplarını ödeyip gittiler. Bu sefer aynı yaşlarda iki genç kız geldiler. Bunlar fazla konuşmuyorlar. Bunlar da sınıf arkadaşı. Kızlardan birisine Almanya'da bir çocukla söz kesmişler. Damat adayı gelmeden burada merasim yapıp kıza söz yüzüğü takmışlar. Sanırım liseyi bitirmiş. Şu sözleri beni çok etkiledi. Benim param, evim ve bir de arabam olsaydı evlenmezdim dedi. Bence gerçekçi bir görüş. İnsan hayatın içinde pişmedikçe her şey lay lay lom...... İnsanlar serseri bir mayın gibi. Nerden çıkacakları ne olacakları hiç belli değil.
İnsanın içindeki serseri mayını kontrol edebilmesi için önce eğitimden geçmesi donanım kazanması ekonomik özgürlüğünü eline alması ve sonra hayat içinde pişmesi gerekiyor. İnsanın eş seçme gibi daha önemli bir aşamaya ise bunlardan sonra varması daha mantıklı.
Çocuklarımız bu aşamaları geçerken bizlere de bu konularda kafa yormak düşüyor.
Yoksa yan masalara kulak misafiri olduğum için beni ayıpladınız mı?

25 Haziran 2005

Gümüşsüyü-Taşkışla Havadan Bir Gezi



Ömrümüzün beş yılını geçirdiğimiz mekanlar artık bilgisayar ekranında.
Gümüşsuyu binasının girişinde İTÜ giriş sınavını kazananlar ilan edilirdi. Yurtlara doğru girişte sağda Postahane vardı ve ara sıra işimiz düşerdi. Yurt binası girişi , kantin, çay içilen salon, berber, boyacı, öğrenci birliği, merdiven çıkışı, anons yapılan yer şimdi gözlerimin önünde.
Yanda bir spor sahası vardı, son sene heyecanlı maçlar yapılmıştı. Berat Karabay kardeşimiz ise çok iyi bir hakem olarak göz doldurmuştu. Yazısından anladığım kadarı ile Yücel Özdemir kardeşim bile birkaç dakika maçta oynamak zevkine ermiş. Arada tünel gibi kısa bir geçitten geçip Taşkışla yoluna koyulurduk.
Solda spor salonu, sağda mutfaklar vardı. Spor salonunda Burhan Şahinbeyoğlu gibi güreş çalışan arkadaşlarımıza rastlanabileceği gibi Hilmi Diler gibi masa tenisi ustaları da bulunurdu. Sağda mutfakları düşününce rahmetli Sulhi Yıldız arkadaşımız aklıma geldi. Ara sıra yaptığımız yemek boykotlarını da unutmak mümkün değil.
Dolmabahçe'ye inen arka yola çıkmadan önce solda keçileri ile yaşıyan yaşlı kadını da anımsamadan geçemeyeceğim. Bugün ahlak ve görünüm çirkinliği anıtı olan Gökkafes'in üstündeki parkın yerinde Lalezar gazinosu vardı. Yurtta her akşam Gönül Yazar'ı dinlerdik.
Taşkışla girişi tarih olarak çok önemli.  31 Mart vakası burda gerçekleşmiş. Geçen ziyaretlerimden birinde Feridun kardeşim giriş sutunlarında o günlerden kalmış saplanmış paslı mermi kovanlarını gösterdi. Sevgili hocamız Feridun Çılı bizim için Taşkışla nöbetini tutuyor. O bizden sonra da o mekanları hiç bırakmadı.
Rahmetli Amiral Kemal Özüdoğru kardeşimizi sonsuzluğa uğurladığımız gün Burhan, Cengiz ve ben ders yaptığımız amfilere de baktık. Ufak tefek değişiklerle herşey yerinde duruyor. Şimdi Mimarlık fakültesi öğrencileri ders yapıyor. Cinsi latif sayısı çok fazla ve erkeklerin iki katı kadar varlar. Saat başı olsun ziller çalsın diye bekledik. Ne zil var ne zil çalan. Burhan kardeşim genç arkadaşlardan birisine sordu. Gençler zilin ne olduğunu anlayamadılar. Hocalar ve öğrenciler kafalarına göre takılırlarmış.
Dünya hali değişmiş. Biz mi yaşlandık yoksa be .......

11 Mayıs 2005

Belşaser Bayrami ve İsmail Moşaveri

1967 yılında staj yapmak için Hollanda'ya gitmiştim. Sirkeci garından Münich'e trenle gittim. Sanırım o zaman bilet 100 TL tutuyordu. Münich'ten Aachen'a gitmek de 150 DM den aşağı değildi. Hollanda'da gideceğim yer de Aachen'a çok yakındı. O yolu da otostop yaparak gidecektim. Münich'e öğlen vakti vardık. İlk yapılacak işin para bozdurmak sonra bavulu kilitleyecek bir dolap bulmak olduğunu deneyimli arkadaşlardan öğrenmiştim.

O geceyi Münich'de geçireceğime göre yatacak bir yer bulmam gerekiyordu. Bendeki hostel broşürlerine bakarak bir yer buldum, oraya gidecek tramvay numarasını da öğrendim. O zamanlar Münich metro inşaatı vardı şehir her tarafı kazılmış şantiye halinde idi. Tramvaya bindim gidiyoruz. Bizim hiç alışmadığımız şekilde her durağa gelişte tramvay sürücüsü hoparlörle durak ismini söylüyor. Kısa sürede ters istikamete gitmekte olduğumu anladım. Ben nedense aynı numaralı tramvayın iki yöne de gidebileceğini düşünememişim. Yurt dışına ilk defa çıkıyorum. Hem de uzun bir seyahatin verdiği yorgunluk da cabası. İlk durakta ineceğim ve karşı duraktan ters yöne doğru gideceğim. Karşı durakta gördüğüm manzara beni şok etti. Belşaser Bayrami ve yanında gene bizim sınıftan bir İran'lı arkadaş durakta tramvay bekliyorlar. İstanbul nere Münich nere !!!. Avrupa'ya ayak basalı daha üç dört saat olmadan Türk olmasa da İran'lı iki arkadaşımı bulmuştum. Onlar beni şehir içinde kiliseye ait bir yurda götürdüler bir gece orada kaldım.

Belşaser Bayrami'yi iki yıl sonra bir trafik kazasında kaybettik. Diğer arkadaşın siması hiç aklımdan çıkmadı. Zaman zaman bu karşılaşmayı hatırlar ve diğer arkadaşın ismini merak ederdim. 35 yıldır ismini merak ettiğim arkadaşın ismine dün rastladım. Feridun Çılı arkadaşımı Taşkışla'da odasında ziyaret etmiştim. Onun odasında devamlı el altında duran bir çoğumuzda bulunmayan yıllığımıza bakarken, o arkadaşa resmiyle beraber rastladım. O arkadaş İsmail Moşaveri idi. Bizim sınıfta dört İran'lı arkadaş olduğunu ve hep beraber dolaştıklarını, birisinin arabası olduğunu da dün yıllıktan öğrendim.

23 Nisan 2005

Şişli'de Bir Apartman


İTÜ 'ye girdiğim 1963 yılında Şişli'de bir daire kiraladık ve İTÜ İnşaat Fakülte'sinde eğitime başladım. Ankara'dan üç arkadaş İTÜ sınavlarını kazanmıştık. Coşar Turan Elektrik fakültesini kazandı. Turgut Yalız Kimya fakültesini. Ertesi yıl Turgut tekrar sınava girerek İnşaat fakültesine geçti. Üç arkadaş başımızı sokacak bir yer aramaya başladık. Öğrenciye ev vermiyorlardı. Emlakçı aracılığı ile Şişli Camii'ni geçtikten sonra ana cadde üzerinde mobilyalı adı altında Sürek apartmanının bodrum dairesini kiraladık. Üç arkadaş 390 TL veriyoruz. Burs olarak 250 TL alındığı düşünülürse epeyce fahiş bir kira. Üç kafadar her sabah erkenden kalkıp Şişli, Osmanbey, Pangaltı, Harbiye, Elmadağ yürüyüşü yapıyoruz. Bu sırada Ortaköy'de yeni bir yurt açıldı ve sıraya girdik. 1963 yılının Ekim Kasım ve Aralık ayları yaşadığımız güzel günleri bugün hatırladım. 42 yıl sonra Taksim'den iki katlı otobüse binerek o güzergahı fotograflarla tesbit ettim. Sürek Apt. ve bodrum katın demirli penceresi olduğu gibi duruyor. Elmadağı civarında Parissiene gece kulubü vardı onu da resimlemeyi unutmadım. Orada da her arkadaşın bir anısı gizlidir gibime geliyor. Bizim her sabah yürüyerek gittiğimiz yolu ters yönde iki katlı otobüs bakış açısından izlemek geçekten çok güzel.







10 Mart 2005

02 Mart 2005

Fizik hocamız Kel Ali

Bazı olaylar insanın zihninde yer yapıyor. Aradan 40 sene geçse de unutulmuyor. 
 
Fizik ve Matematik bizler için lisede de İTÜ'de de her zaman en önemli dersler olmuştur. Şu anda o günlerden kalma Sokolnikoff & Redheffer-Matematik kitabı ve Sears & Zemansky-Fizik kitabı kütüphanemde duruyor. O zamanlar Amerikan baskısı kitap almaya paramız yetmediği için Japon baskılarını alıyorduk. Beyoğlu'nda Tokatlıyan hanı vardı ve orda Çağlayan Kitabevi çoğumuzun uğradığı bir yerdi.

 
Bir ögle sonrası Fizik dersi için Maçka Maden Fakültesine gitmiştik. Amfide Kel Ali'nin beyaz önlüğü ile duruşu şu anda bile gözlerimin önünde. Bize kızdığını ve vizeye esas olarak bir sınav yaptığını anımsıyorum. Hocanın soyadını, simasını niçin kızdığını ve nasıl vize aldığımızı hiç hatırlamıyorum. Senelerce aklımdan çıkmayan şey sorduğu soru:

Yarıçapı
R olan tabak şeklinde düz bir disk düzlemine dik eksen etrafında ω açısal hızı ile döndürülürken sürtünme katsayısı µ olan bir yüzey üzerine bırakılıyor. Disk kaç saniye sonra durur?

Bu soruda beni büyüleyen şey neydi diye çok düşünmüşümdür.
Sorunun basit şekilde sorulması mı?
Üç verinin cevap için yeterli olması mı?
Yoksa yüzeysel bir entegrasyon almanın çekiciliği mi?

 
Sonradan öğrendiğim kadarı ile o soruyu çözen hiç kimse olmamış. Böyle bir sorunun internette bulunması gerekir düşüncesi ile google ile epey arama yaptım. Berkeley Üniversitesi 2004 yılı soruları arasında bu probleme rastladım. Sorulan soruların cevapları var ama nedense o sınavın cevapları silinmiş. Arayarak bir çok problem buldum fakat yüzeysel sürtünme hiç incelenmemiş.

 
O gün çözemediğim problemi 40 sene sonra gayret ederek çözmeyi başardım. Sizin de göreceğiniz gibi konuyu bilen için hiç de zor değil. Konuyla ilgili olmayanlar da buraya kadar anlattıklarım ile yetinebilirler umarım.








dΓ= rdFr
Γ = µgρh 0 0R r2dr (Diski durduran sürtünme momenti)
= µgρh │θ 0 │r3/3 0R
= µgρh 2π R3 /3

I = ρh π R4 /2 (Diskin atalet momenti)

α = Γ / I = (4µg) /(3R) (Açısal ivme)
t = ω / α = (3ωR)/(4µg) (Durana kadar geçen zaman)



Çizgisel ve açısal hareket arasındaki analoji

F=ma ----------------- Γ = I α
E=(1/2)mv2 ---------- E=(1/2)Iω2
v=a t ------------------- ω=α t

g(yerçekimi ivmesi)
ρ(disk yoğunluğu)
h(disk kalınlığı)






30 Ocak 2005

Aristo Studio vardı bir zamanlar





SÜRGÜLÜ HESAP CETVELİ
Sürgülü hesap cetveli iki sayının çarpımının logaritmalarının toplamı ile bulunacağı esasına dayanılarak geliştirilmiştir.Eğitimini 75'li yıllara kadar yapan her mühendisin bir hesap cetveli olmuştur. 1967 yılında stajımı Hollanda'da yaptım. Bulunduğum yer Belçika, Hollanda, Almanya sınırlarının birleştiği noktaya çok yakındı. Maastricht'i bugün AB kriterleri ile hepimiz tanıyoruz. Aachen'a çok yakın bir yer. Bir hafta sonu oraya alışveriş yapmaya gittim. Bir Aristo Studio aldım. Fiyatı galiba 37 DM idi. Bu hesap cetveli yeni gelişmiş bir modeldi. İki yüzü de kullanılmakta idi. Genelde dilin üst sırasında x2 yer alırken arka yüze de x2 yerine pi*x değerlerini koyarak 1 sayısını ortaya getirmeyi başarmışlardı. Bu da cetvelin sürgüsünü çok fazla çıkarmadan daha konforlu bir çalışma sağlıyordu. Bu o gün için önemli bir buluştu.

Bu cetvel çelik travay projemi yaparken statik hesapların çözümünde Kani metodu ile dengeleme yaparken bir yıl boyunca bana hizmet etti. Bir gün Gümüşsuyu yurdunda etütte otururken aniden kapı açıldı üç beş arkadaş büyük şamata ile içeri girdiler. Çelik travayını geçtiğimi söylediler. Adetmiş bir arkadaş elimden Aristo Studio'yu kaptı. O arkadaş benden bir ufak sınıftaydı. Ben o kargaşada ne oldu, kim aldı unutmuşum. 30-35 sene sonra o arkadaş beni ziyaret etti ve o günü anlattı. O da mezun olunca cetveli daha genç bir arkadaşa vermiş. Umut ederim, bizim Aristo birkaç kuşak daha el değiştirmiştir. Onu ben ancak bir yıl kullanabildim ama etütte adım Aristo oldu ve 40 yıla yakın zamandır arkadaşlar bu adı unutmadılar.
 
Bu blog yazımı 2005 yılında yazmıştım. Aradan 17 yıl geçmiş. Eski mektupları karıştırken eve gönderdiklerimden birinde 150 TL ya bir hesap cetveli aldım diye yazdığımı buldum. İkinci sınıfta ben bir cetvel daha almışım ama hiç hatırlamıyorum. 250 TL burs aldığımız düşünülürse epeyce bir para vermişim. Uzun zamandan beri iki tane ufak hesap cetvelim bir yerlerde hatıra olarak duruyor. Birisi üzerinde markası var diğeri markasız.
 
 

Benim aldığım cetvel de Reitz marka tanınmış bir cetvelmiş. İnternet'e baktım antika değeri 500 TL civarında. Eski cetvel kıymetlendi. Hemen yıkadım, temizledim baş köşeye  koydum.

İnsan çok zaman geçince unutuyor. Belki de sınavlarda filan bana çok hizmet etti. Hizmetleri unutuldu gitti. Bu arada onu da bu yazı dizisine katarak hakkını vermek istedim.
 
Ben bu sevgili vefalı arkadaşımı anmayı düşünürken, internette o kadar çok sevgilisi olduğunu gördüm ki böylece benim elimde neden çok kalmadığını anladım. Onun işi herkesi sevindirmekmiş. Bu güzel cetveller şu anda kolleksiyoncular tarafından toplanmakta ve korunmaktalar.Yahoo'da bugünlerde üye sayısı 1000 i geçen benim de üyesi olduğum bir yazışma grubu bulunuyor.Siz de benim gibi sürgülü hesap cetvelinizi yitirdiyseniz. Size sanal bir tane sunabilirim
Ein interaktiver Rechenschieber (Britta Worms, Universität Erlangen-Nürnberg) Bunlar da diğer bağlantılar:
Rechenschiebermuseum (Dr. Jörn Lütjens)
Rechenschieber in der Rechnersammlung der Universität Greifswald
Geschichte der Rechenmaschinen (Jan Meyer)
Rechenschieber-Brief (Peter Holland
http://homepages.compuserve.de/fmatth01/Rechenstab/

26 Ocak 2005

Yaratıcı zeka ve Gauss

Carl Friedrich Gauß (1777 - 1855) Braunschweig-Göttingen
Yaratıcı zeka konusunda örnek vermek istediğim kişi bir matematik dehası olan Gauss 'dur. İlkokulda öğretmeninin verdiği 1-100 e kadar sayıları toplama ödevini çok kısa sürede çözerek onu şaşırtmıştır.
Gauss'u farklı kılan nedir? Bence bakış açısı. Geniş bir açıdan konuyu görüp analiz etme yetisi. Sıradan bir kişi çabuk bitsin diye sayıları ardarda toplarken, o problemi irdelemeyi tercih etmiş ve ilk ardışık sayılarla son ardışık sayıların toplamlarının eşit olduğunu farketmiştir.
1 2 3 .................................. 48 49 50
100 99 98 ......................... 53 52 51
-------------------------------------------------------------------------
101 101 101................... 101 101 101
Bunun onu çabuk hesap sonucuna götüreceğini o anda anlamıştır. İkinci adım kaç adet 101 olduğunu belirlemektir. 100 rakam olduğuna göre 50 adet 101 sorununcevabı olacaktır. Böylece 5050 sayısına ulaşır. Yaratıcı zeka işte bu satırlar arasında gizlidir.
Matematik eğitiminden geçmiş çok kişi 1 den n e kadar sayıların toplamı sorulduğu zaman bu akıl yürütmeyi yapamaz.
n(n+1)/2 ------------- (n+1) den n/2 tane var
formülünü unutttuğu için çaresiz kalır. Formülleri kendisi çıkaramıyan kişi konuyu bilmiyor demektir. Gauss bu kadar yardım ettikten sonra konuyu anlamamak için kişinin kendisini akıllı kabul etmemesi gerekir.
Soruyu soran öğretmenin daha büyük bir sayıdan başlayan aralarında farkı daha fazla olan sayılar verdiği sanılmaktadır. O zaman sayıları kontrol edip ardışık olduklarını farketmek ilk bakışta daha zor olacaktır. Sorunun diğer farklı bir görünümü de dizideki sayıların adedinin tek sayı olmasıdır. Onun da çözümü zor değil.

21 Ocak 2005

1963 Yılı Eylül Ayı ULUS Gazetesi

 


Her insanın hayatında önemli dönüm noktaları vardır. Bugün eskileri karıştırırken böyle bir günü hatırlatan kesilmiş bir gazete parçası elime geçti. Eski anılar bir film şeridi gibi gözümün önünden aktı geçti. Bu akan film şeridini kayıtlara geçirip sizlerle paylaşmak istedim.  

1963 yılında Ankara Yenimahalle Mustafa Kemal lisesinden mezun oldum. Hedefim İstanbul Teknik Üniversitesi sınavlarını kazanmak ve orada okumaktı. Liseden dört beş arkadaş İstanbul'a gittik ve sınavlara girdik. Sonra Ankara'ya döndük sonuçları bekliyoruz. Bir gün haberi aldık ki, neticeler belli olmuş, ama o anda sonucu öğrenmem mümkün değil. Ankara İstanbul arasında en hızlı iletişim telefonla yazdırılarak saatlerce beklenerek sağlanıyor. Gazetelerin İstanbul'da basılanları özel kamyonlarla gece Ankara'ya taşınıyor. O günün haberleri gece İstanbul'da basılıyor ve Ankara'da ertesi sabah sizin elinize geçiyor. Benim ertesi gün sabahı bekliyecek vaktim yok. Aklıma bir cinlik geldi. Ulus gazetesi Ankara'da basılıyordu. Doğru Ulus'a o zaman Ulus gazetesinin Rüzgarlı sokaktaki merkezine gittim. Yalvarıp öğrenmeyi umut ediyorum. Orada bana gazetenin basıldığı yeri tarif etiler. Posta caddesi ile Hergele meydanı diye bilinen yerin arasında olduğu aklımda kalmış. Çok basit kurşunla harfleri dizilen eski usul bir matbaada buldum kendimi.  İçeri girer girmez bir usta ile karşılaştım adam benim heyecanımdan halimi anladı elini bir kağıda uzattı orda ismimi aradı. O anda onlar da o yazıyı diziyor veya dizecek olsalar gerekti. Usta bana kazandığımı söyleyince hayatımda ilk defa ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Ayakların yerden kesilmesini yaşamak şansına eriştim. Böyle bir duyguya erişmek için bir şeyi aşırı bir şekilde istemek gerekiyor. 

Şimdi 59 yıllık yaşamıma geri dönüp baktığımda, ömrüm boyunca en aşırı arzumun İTÜ'ye girmek olduğunu söyleyebilirim. Bu anıların ortaya çıkmasına yardımcı olan o gazete parçasını de buraya ekliyorum. Bir başka güzellik de o gün tanımadığım, bu gün 42 yıldır dost olduğum kardeşlerimin bir kısmının isimlerini orada tekrar görmem. Bir kısmı yok çünkü ertesi gün de devamı yayınlanacak. Ben de ilk gün yayınlanan şanslılar arasındayım.

06 Ocak 2005

02 Ocak 2005

Sanat bir yetenek işi


1 Ocak 2005 günü Şule ile beraber sevgili İbrahim ve eşi sevgili Gülay'ın geleneksel 1 Ocak toplantılarına katıldık. İkisi de bizi çok güzel ağırladılar. Bütün incelik ve güzelliklerine ek olarak İbrahim arkadaşım , bir portremi de çizerek bana armağan etti.(Diş kirası)


Arkadaşım İbrahim Direk ile 11.2.1985 tarihinde Galata Kulesinde bir davette tanışmıştık. Ogün bir peçete üzerindeki çizgileri
20 yıl sonra bugün sayfamı süslüyor. 20 yılda ne kadar değişme olduğunu gene İbrahim'in çizgilerinden görebilirsiniz.(Saçları kaçırmayın)

Bu fotoğraf da benim İbrahim'e bir armağanım olsun