Ben 21 Aralık 1946 tarihinde en uzun gecede Hamamönü'ndeki Doğumevi'nde Ankara'da doğmuşum. Bu yazı yaş günü yazısı.
Dedem 1874 Ardanuç Artvin doğumlu. Onun 140. doğum yılında, yaptığı aile seceremizi eski Türkçe öğrenerek geliştirmeye bugüne kadar doğanlarla güncellemeye çalışmıştım. Aradan dört yıl geçmiş. Eski Türkçe'yi epeyce geliştirdim.
Mehmet Enisi isimli, dedem ile aynı yıllarda doğmuş bir deniz subayının "Avrupa Hatıratı" adlı eserinden çok faydalandım. Dedem Harbiye'de okurken, 1890'lı yıllarda o da Heybeliada'da okumuş olmalı. 1894 yılında staj yapmak için Fransa Bahriye'sine Osmanlı hükümeti tarafından gönderiliyor. Döndükten sonra ileri yıllarda bu kitabı yazıyor.
Gemide geçen hayatını Tolon, Nis ve Cannes şehirlerini o kadar güzel anlatıyor ki kullandığı kelimeler kurduğu cümleler beni dedemin yıllarına götürüyor. Çeyrek denilmiyor çeryek deniliyor. ' Koyun koyuna' değil 'koyuna koyun' deniliyor. Kelimeler ve yaşam şekli, anlayan insanı 125-130 yıl öncesine ışınlayabiliyor. Nis ve Cannes şehirlerini görmüş olduğum için okuduklarım daha fazla anlam kazanıyor.
Kitabı tekrar tekrar okuyorum. Son sefer okuduğumda Cannes şehrinde Türk Hamamı anlatımını latince harflerle buraya aktarmayı düşündüm. Monte Carlo kumarhanesi anlatımı da bunun kadar ilgi çekici.
Cannes’da arkadaşlarımdan mösyö (Lö Kado)’nun tavsiye etmiş olduğu Türk Hamamı’na gittim. Dış kapıdan içeri girince sol tarafta gördüğüm büyük mahalden duhuliye için kesilmiş bileti alınca buraya mutasıl olan diğer bir camlı kapıdan içeriye girdim ki karşıma kapının itilmesiyle çalınan çıngırak sademesinin celp etmiş olduğu bir adam çıktı. Kıyafeten bizim İstanbul mahallelerindeki teşrifatçılara benzeyen bu adama bileti verdim.
Sol taraftaki locaların birine girerek soyundum. Locadan çıkınca yine o adam bir küçük anahtar verdi ki bu anahtar dışarıda bulunan tuvalet masasının bir gözünü açmağa mahsusdur ve bu göze ise hamama giren kimse üzerindeki parayı ve saat vesair bu misli kıymetli şeyleri koyuyor. Ben de bu yolda hareket ettim. Locaların olduğu bu mahalden diğer bir koridor vasıtasıyla çıkarak diğer bir kapıdan girdim. Aynı bizim hamamların kubbesi altında ve göbek taşının üzerinde bulundum burada epeyce hararet var idi. Asıl terlemek üzere bir mahale dahil oldum ki buradaki hararet çok fazla idi. Terledikten sonra bie hamam hizmetkarı tıpkı İstanbulda’ki gibi vücudumu oğup kirimi çıkardı fakat etrafta hiç yıkanacak bir mahal görülemiyor idi.
Ben artık ceryanı hale tabi oldum. Bundan sonra hizmetkar bana diğer bir kapı gösterdi. Buradan içeriye girdik. Burası iki yüksek kurna ile iki iskemleye havi muntazam bir halvet idi. İskemlelerin biri üzerine oturdum. Lakin gözüme ilişen bizim hasır süpürgelerin daha sertinden mamul olan iki büyük fırça epeyce düşünmeme mucip oldu. Bu düşüncem çabuk hal olundu. Hizmetkar süpürgelerden birini ele aldı başımı vücudumu sabunla köpürttükten sonra süpürge ile yıkamağa başladı. Süpürge ile tetahiri bedene benim gibi alışmamış olanlar için sıçramamak kabil değildi. Bu halvetten sabun ve süpürge tathiratindan kurtulduktan sonra diğer bir kapıdan daha soğuk bir bölmeye çıkarıldım.
Burası da duş mahallidir. Fakat burada banyoya mahsus havuz gibi bir mahal görülmüyordu. Hamam memuru zemindeki kafes üzerinde durmaklığımı söyledi. Biraz uzaktan hortum ile üzerime sıcak su sıkmağa başladı. Ben ağır ağır ayakta dönüyor hortumdan fışkıran sulara arzı vücud ediyor idim. Bunu müteakkip içerisi bir adam istialbine kafi derece geniş ve ve yine altı kafes ve en uzun insan boyunda bir tulde borulardan teşkil etmiş hücreye girdik ki etrafımdaki borular üzerinde mevcut gayet ince menfezlerden vücuda doğru sular feveran ediyor ve bu sular evelce iyice sıcak oldukları halde yavaş yavaş dereceyi harareti azalarak vücuda sıhhi bir inşirah, latif bir serinlik bahş eyliyor idi.
Bu ameliyat bitince havlularla vücudumu kurulayıp arkama uzun beyaz bir gömlek giydirerek başka bir mahale götürdüler ki burası büyük bir istirahat salonu idi. Tavanı kubbeli idi. Etrafta minderler mevcut idi. Kubbenin duvarlarla direklerin üzerleri suluboya ile şark üslubu üzere boyanmış idi. Bu istirahat salonunun ortasında bir büyük kantar mevcuttur ki sikleti izafiyesini anlamak isteyenler burada tartılır. Ben de tartıldım. Yetmişbeş kilo geldim. Bir de kahve içtikten sonra telbas locasına avdet ettim ve bir kaç dakika zarfında giyinip hamamdan çıktım. Hamamın telbas locaları kısmında bir berber dükkanı da vardır ki isteyen saçını kestirir traş olur.
Bir müddet sonra Paris’e gittiğim vakit oradaki Türk hamamına da girmiş idim. Bu da Nis’deki Türk hamamı esasında yapılmış idi. Tabii Paris’inki daha cesim ve daha muhteşem idi. Bir de duş kısmından çıktıktan sonra girmek üzere uzun havuzu var idi.
Ben de Eskişehir'de Yeni Hamam'da aynı şeyleri yaşadım. Orada da güzel büyük bir havuz vardı. Kırmızı beyaz kareli peştemalları da şimdi görür gibiyim.
Tathirat ve telbas kelimeleri zorluk çıkarttılar. Taharet ve libas kelimeleri ile çağrışım yaptım. Eski Türkçe'nin zayıf tarafı bu. Sesli harfler yetersiz. Tethirat ve tilbis de olabilir. Kelimeyi duymamışsan hiç bir zaman okuyamazsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder