22 Ekim 2012

Paris Gezisi

3 Ekim ve 9 Ekim tarihleri arasında eşim Şule ile birlikte bir Paris gezisi yaptık.

Paris çok etkileyici ve birçok ilkin gerçekleştirildiği bir şehir.



Gitmeden önce uzun bir hazırlık çalışması yaptık. Fransızcanın farklı fonetiği ve söylediklerinizin anlaşılamayacağı korkusu, dile de önem vermemizi gerektirdi. Tabletimizde metro duraklarının isimlerini dinleyerek duyacağımız kelimelere kendimizi alıştırdık. Kalacağımız otelin bulunduğu yer Pantin'in söylenişi zorluğumuzu anlatabilir. Onların söylediği gibi pontan'ı anlıyoruz ama doğru söylediğimizden hiç emin değiliz.

Dilin zorluğu iki yönlü. Yabancı Fransızcayı doğru söyleyemediği gibi Fransız da başka dilde söyleneni anlayamıyor. Çin'de işlerin daha zor olacağını sanıyorum. Fransızların dünyaya bakışları da çok farklı. Çok fazla açıklama yok. Anlayan anlar, anlamayan bir çözüm yaratsın diye düşünüyorlar.


İlk gün Austerlitz'de metro RER istasyonundan çıkamadık. Zorla bir görevli bulduk ve özgürlüğümüze kavuştuk. Şimdi düşünüyorum da belki de girişte biletimizi doğru damgalatamadık.


Paris bizi yağmurla karşıladı. Biz de zamanın değerini bildiğimiz için eşyalarımızı emanet dolaplarına kilitledik ve şemsiyelerimizi açarak saat 15.00'te ilk gün turumuza başladık. Amacımız doğu batı ekseninde Sen Nehri üstündeki köprüleri görerek önemli yapıları ve şehri tanımaktı. Concorde meydanına kadar gitmemize yağmur izin vermedi. Otobüs ile dönecektik ama Pont Neuf'den karşı kıyıya geçerek istasyona döndük. Eşyalarımızı alıp 5 numaralı metroya binerek otelimize ulaşıp yerleştik. İbis oteller belli standartları sağladıkları için hiç bir sorun yaşamadık. Yakında bir market bulup ilk alışverişimizi de yaptık. O market her akşam alışveriş yaptığımız yer oldu.



Gezimizin yarısını müzelere ayırmıştık. Müze kartı alarak iki gün üst üste müzeleri gezdik. Ulaşım için metroyu kullandık. 10'lu Carnet biletlerden aldık. Güzel bir günü yakalayarak Eiffel'e çıktık ve o gün tekne gezisi de yaptık. Montmartre'a çıktığımız sabah da hava çok güzeldi. Öğleden sonra yağmur altında şemsiye ile dolaştık.

Son günümüzü parklar ve bahçelere ayırmıştık. P
ère Lachaise ünlüler mezarlığını görecek ve St.Martin Kanalı boyunca yürüyerek. Buttes Chaumont parkını keşfedecektik. Paris bize izin vermedi. Gene de otobüs ile o güzergahı gezdik ve şemsiyelerimizi açarak civarını gördük.

Paris kaprisli bir kadın olduğunu bize de gösterdi. Biz onu gene de çok sevdik.


Fotoğraflarımızı aşağıdaki bağlantıdan izleyebilirsiniz

https://picasaweb.google.com/110328021167455164626/Paris_Gezisi0309102012

Böyle gezilerden sonra sıkça sorulan soruyu da aşağıda cevaplıyorum.

Uçak ile iki kişi gidiş dönüş     500 Euro
İki kişi 6 gece Otel                 500 Euro
Ulaşım ve Müze  iki kişi          150 Euro
Yeme içme                            300 Euro
Hediye                                    50 Euro

05 Temmuz 2012

Zayıf Coğrafyam

GAP turuna katılmadan önce bölgenin coğrafyasını, tarihini ve turistik yerlerini okuyarak hazırlık yapmak istedim. Coğrafya bilgimin zayıflığı beni utandırdı.

İllerin yerlerini bilmemek durumunda kalınca, coğrafya eğitimini sorgulamak gereğini duydum. Gitmeden ve görmeden bir yeri tanımanın mümkün olmadığını kabul etmek gerekiyor. 

Öğrenmek için temel bilgileri akılcı bağlantılarla anlamak lazım. Eğitimimizin zayıf halkası işte bu akılcı bağlantılar yerine ezber sisteminin öne geçmesinden doğuyor.

Ülkeler ve iller arasındaki coğrafi  sınırları nehirler, dağlar, göller gibi doğal oluşumlar belirler diye öğrenmiştik. Her il için bu sınırları öğrenmek önem kazanıyor. Yıllar içinde yapılan yapay göller( barajlar) de akılcı bağlantılara iyi bir katkıda bulunuyor.
Adıyaman ve Elazığ illerimizin konumları hakkında bilgim çok zayıftı. Haritayı inceleyip sınırları basit doğrular ile anlaşılması kolay hale getirince ortaya şu gerçekler çıktı:

Fırat nehri ve Güneydoğu Toroslar illerimizin sınırlarını oluşturuyorlar. Fırat nehri üzerine yapılan barajları tanımak akılcı bağlantıları zenginleştiriyor. Nurhak dağlarından Muş iline doğru çizilen Güneydoğu Torosların zirvelerinden geçen bir çizgi de Doğu Anadolu bölgesi ile Güneydoğu Anadolu bölgesini biribirinden ayırıyor.

İlk önce Keban barajı yapıldı  Keban Barajı Doğu Anadolu bölgemizde ve Fırat'ı oluşturan Murat nehri ile Tunceli ve Elazığ illerimizin sınırını oluşturuyor.

Malatya, Elazığ ve Bingöl illerimiz Toroslar'ın kuzeyinde ve Doğu Anadolu bölgesinde bulunuyor.

İkinci barajımız Keban'ın altında yapılan Karakaya Barajı. Bu barajın gölü Toroslar'ın kuzeyinde bulunuyor. Baraj Toroslar'ın bulunduğu Çüngüş mevkiine çok yakın. Burası aynı zamanda Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Urfa ve Adıyaman illerimizin sınırlarının biribirlerine en yakın oldukları bir nokta.

Karakaya baraj gölü Elazığ ile Malatya illerimiz arasındaki sınırı belirliyor ve bu noktada Elazığ Malatya'ya bir kama gibi saplanıyor.

Atatürk Barajı ise en son yapılan barajımız. Güneydoğu Anadolu'nun iki ilini Adıyaman ve Urfa'yı biribirinden ayırıyor. Fırat nehri daha sonra bir miktar batıya akıp güneye yönelip Gaziantep ve Urfa arasındaki sınırı oluşturuyor. Burada da Birecik ve Karkamış Barajları bulunuyor.

22 Haziran 2012

GAP turu 08-18.06.2012

Sonunda GAP turu ile güneydoğu anadolunun illerini ve yaşamlarını gördük. Eşimle birlikte 9 günlük turda çok güzel anlar yaşadık.

Fakir olarak bildiğimiz yörelerin ne kadar zengin ve her ilin birbirinden ne kadar farklı olduğunu anladık. Görmeden, yaşamadan okuyarak hiç bir şeyi anlamanın mümkün olmadığını öğrendik.

ETStur ile yaptığımız gezide tura can veren dört genç kardeşimizin çalışma temposu ve iyi niyetleri ülkemiz açısından geleceğimize ait morallerimizi arttırdı. Rehberimiz Cem Aktan Erdoğdu bilgisi, görgüsü ve dirayeti ile bizim bilgilenmemizi ve rahat bir gezi yapmamızı sağladı. Yardımcısı Fikret bey yüzünden eksilmeyen güleryüzü ile bize moral verdi. Kaptanlarımız Mustafa ve Burhan beyler hiç hata yapmadan ve riske girmeden 4500 km yol yaparak bizi evlerimize salimen ulaştırdılar.

Bu güzel insanlara teşekkür borçluyuz.
























Gezimizin doruğunda Nemrut dağı vardı. Fizik olarak daha ileri yıllarda başarmamın zor olacağını düşündüğüm bir çaba harcadım. Minübüslerden indikten sonra 45 dakikalık bir yürüyüş benim için pek kolay olmadı.





























Gezimizin ikinci etkileyici kısmı Ürgüp-Göreme'yi  balon ile yukarlardan  izlemek oldu.


















Gezi fotoğrafları aşağıdaki bağlantıdadan izlenebilir
https://picasaweb.google.com/110328021167455164626/GAPTuru818062012

14 Mayıs 2012

Tarihe Karşı İşlenen Suçlar

-Fotoğrafları tıklayarak büyütebilirsiniz.

Bu konuyu 2009 yılında grubumuzda incelemiş olmama karşın son gezimde (2011 Nisan)  fotoğraf çekerken bir türlü bitirilemeyen Arkeolojik Park, daha da ötesinde ucube bir görünüm kazanan otel eklentisi canımı acıttı.

Tarihe karşı bu saygısızca benzer bir yıkımı , Roma'da İmparator Yolu ile bizden önce  Romalılar yapmış olsalar da bu kadar yıl sonra bizim Arkeolojik Sit Alanı içine böyle bir yapıya izin vermememiz gerekirdi.

Rant kafası ile yaratılan çanak çömlek mantığı bizlere toplumda eğitimin önemini bir defa gösteriyor.


Uzun yıllar Bizans eski sarayının yeri tam olarak bilinmemekteydi. Son araştırmalarla yer belirlendi. Bugün yerinde arkeolojik kazı çalışmaları yapılıyor ve Arkeolojik Park haline getirilmekte. Bu parsel üzerinde en büyük yapı 1846 yılında yapımına başlanan Darulfünun binası olmuş. Önce Meclis-i Mebusan daha sonra Adliye Sarayı olarak kullanılan binanın bir köşesine de Sultanahmet Cezaevi yapılmış. Bu bina 1933 yılında yanmış ve sonra yıkılmış.


National Geograhic Dergisi 1928 yılı fotoğrafına dikkatle bakılırsa Ayasofya'nın saraya giriş tarafındaki minaresinin hemen yanında Bab-ı Hümayun ana kapısı seçilmekte ve resmin sağ kenarında Aya İrini görülmekte.

Adliye Sarayı Ayasofya'nın ilk yapılan tuğla örme minaresi hizasında başlıyor belki de bugünkü cezaevi girişi sokağına kadar uzanıyor. Aşağıdaki fotoğrafla karşılaştırılırsa cezaevinin ana binaya dik uzanan kısmı ve avlusu seçiliyor.



Bab-ı Hümayun tarafından Arkeolojik Parka bakacak olursak otelin eklentisi üzerinde bırakılan filizlerle iyice ortaya çıkmış durumda. Burada bir katlı Arkeolojik Park için tanıtım binası yapılmış olsaydı belki o kadar çirkin kaçmayacaktı.


 Arkeolojik Parkı çevreleyen sarı perde kalkınca çirkinlik bir kat daha artacak.


http://erkmensenan.blogspot.com/2009/03/buyuk-saraymagnum-palation-palatium.html

http://www.hayal-et.org/i.php/site/building/daruelfuenun

09 Mart 2012

Google Adresime Hacker Saldırısı

Uzun süredir gmail eposta adresini kullanıyorum. Google'ın çalışmalarını ve davranış biçimlerini Microsoft'a karşı hep tercih etmişimdir.

5 Mart günü saat 11'00 de yürüyüşe çıktım. Döndüğümde cep telefonumda çok sayıda aranma olduğunu görerek endişelendim. Eşimi aradım. Bilgisayarıma bir saldırı olduğunu ve hacker'ların kurbanı olduğumu öğrendim. Adres listemdeki bütün adreslere Edinburg'da soyulduğumu, beş parasız kaldığımı ve yardım istediğimi ingilizce anlatan ve Nejat ile biten bir ileti gönderilmiş.

Eposta adresimi açtığımda önce japonca sandığım sonra çince olduğunu öğrendiğim menüler ile karşılaştım. Epostalar ve rehber tamamen silinmişti. Rehberde yabancı adresler vardı. Aklıma dili değiştirmek geldi fakat menüler işimi zorlaştırıyordu.

Google arama motorunda araştırmalarım sonucunda Çin'lilerin google hesaplarına baskınlar düzenleyerek girdiklerini öğrendim. İlk düşüncem google server'ına girildiği şeklinde idi. İki kademeli güvenlik sistemi geliştirilmiş olduğunu öğrendim. Eski adresimin sonuna 1 rakamını ekleyerek aldığım yeni adresi bu şekilde güvenceye aldım. Cep telefonu adresinizi giriyorsunuz size şifreniz haricinde bir güvenlik kodu gönderiyorlar onu da girmeniz gerekiyor.

Aklıma çince menülerden girerek hacklenen adresime gelen epostaları yeni adresime yönlendirmek geldi. Araştırırken benim epostaların ymail adı altında saçma bir adrese yönlendirildiğini gördüm. Yönlendirmeyi kaldırınca son gelen bir kaç postayı gördüm. Bir gayret daha göstererek dili türkçeye değiştirmeyi başardım. Sonra araştırma kolaylaştı. Önce türkçe dile çevirmeyi başarsaydım işim çok kolay olacaktı. Çöpte 5 Mart sonrası gelen iletileri buldum ve gelenler dosyasına taşıdım. Banka ekstreleri ve telefon faturaları gibi bilgileri aldığım eski adresimi kurtarmış oldum. Rehberimi bir yerde saklı tutuyordum ve tekrar yükledim. En büyük kayıbım zaman zaman bakmaya gerek duyduğum eskiden bana gönderilen ve benim gönderdiğim iletiler.

Beni telefonla arayan eposta gönderen yurt içi ve yurt dışında çok sayıda gerçek dostuma teşekkür ediyorum. Tek tek cevap yazamadığım için özür diliyorum.

21 Şubat 2012

Yeni Dünya Düzeni

Dünya üstünde yaşayan insanların yaşam felsefelerini gözden geçirip yeniden şekillendirmeleri gerektiğine inanıyorum.

"Wall Street'i işgal et " eylemleri çok sönük de olsa böyle bir başlangıcın habercisi olabilir.

Almanya'da bulunduğum 10 yıl içinde nükleer reaktör masalını çok dinledim (1971-81). 40 yıl önce nükleer atıkların saklanması bir dertti. Gene çok büyük bir dert. O zamanlar da nükleer karşıtları, atık taşıyan trenlerin önüne yatıyor, raylara kendilerini zincirliyordu. Bugün onların çocukları, torunları da aynı şeyleri yapıyor. O gün reaktör güvenlik sorunları tartşılıyordu. (Terör sonucu uçak çarpmasına dayanacak kabuk) bugün gene tartşılıyor. Bir savaş halinde füzelerin hedefi olacağı hiç konuşulmuyordu. Bugün bu olasılık da hiç uzak olmasa gerek.(Füzesavar kalkanı projesi de maliyete eklenmeli)

Almanlar, hepimizin bildiği gibi çalışkan ve disiplinli insanlardır. Onların yarattığı DIN standartları çok eski ve kapsamlı olup bütün dünyaya örnek olmuştur. Organizasyon ve çalışma disiplini de çok yüksek olan bu insanların kendi ülkelerinde reaktör yapımını fazla desteklemediklerini biliyoruz. Fransa disiplin olarak aynı özellikleri taşımasa da nükleer enerjiyi desteklemiş ve bugüne kadar da büyük bir sorun yaşamamıştır. Ama Japonya'da olduğu gibi bir felaket yaşamayacaklarını da kimse garanti edemez.

Bence teknoloji son 60-70 yılda aşırı gelişmiş ve bilimin önüne geçmiştir. Ben ürettim sen kullan diyor ama insanlık bilimsel olarak bir santralin yapımı ve işletilmesi için gereken güvenlik normlarını düzenlemekten ve uygulamaktan bile aciz bir durumda. Japonya'da görüldüğü gibi aşırı ayrıntıya inen ve bazen hiç akla gelmeyen ihtimallerin oluşacağını da düşünerek dikkate almak gerekiyor. Bilimden sınırlarını aşan falcıllık ve kehanetlerinde bulunması beklenemez.

1970 li yılların ortasında Roma Kulübü çalışmaları yapılmıştı. Belki de enerji krizi gene o yıllarda böyle bir çalışmayı tetiklemişti. Araba yerine bisikletle iş yerine gidildiği o yılları çok iyi hatırlıyorum. Roma Kulübü, kabaca, o zaman dünya nüfusunun çok fazla artması, ham madde ve enerji kaynaklarının çok hızlı bir şekilde tükenmesi, hava kirliliğinin çok fazla artması gibi konuları bilimsel olarak inceleterek 1970-2010 yılları arasında projeksiyonlar yapmış ve içinde bulunduğumuz yıllar için çok karamsar bir tablo çizmişti.

Şu sıralarda bütün dünyada AVM'lerle ve kredi kartları ile korkunç bir tüketim çılgınlığı yaşıyoruz. Dünyadaki ekonomik kriz bile para arzı ile yani tüketimi sürdürerek tedavi edilmeye çalışılıyor. Nüfus gittikçe artıyor, işsizlik bütün dünyanın başında Demokles’in kılıcı gibi asılı dururken, yeni doğanların da giderek iş hayatına katılacak olması, ilerisi için felaketi kamçılamaktadır. Hava kirliliği (CO2 salınımı) ve küresel ısınma sorunları deniz seviyelerinin yükselmesi sonucu kıyılardaki yerleşim yerlerinin su altında kalmasını ve kütlesel göç olaylarını tetikliyor. Çin ve Tayland gibi ülkeler bu gerçekleri yaşıyorlar. Enerji kaynaklarının hızla azalması ülkeler arasında hegomanya savaşlarına sebep oluyor. Irak ve Libya'nın işgali çok yakında yaşadığımız örnekler. Alternatif enerji kaynaklarının hızla geliştirilmesine karşın toplam enerji ihtiyacını yeterli oranda karşılayamıyor.

Hatırladığım kadarı ile, bir yazıda, enerji kaçaklarının da yeniden kazanılması sonucu yeni bir enerji kaynağı yaratılabileceği belirtilmişti Ne kadar aykırı görünse de bu durum, enerji tüketiminde aşırıya kaçtığımızın ötesinde, hoyratça bir tutum içinde olduğumuzu da gösteriyor.

40 yıldır dünyamız yaklaşan felaketi algılayamadı. Bugün yaşadığımız ekonomik krizler, sinir uçlarına batırılmış bir iğne gibi, belki bizi uyarır.

1.Uygarlığın ölçüsünün tüketmek olmadığını kavramalıyız. Huzurlu, alçak gönüllü yaşayarak, zor şartlar altında yaşayan insanları da gözeterek, zorunlu yaşam ihtiyaçları dışındakileri azaltarak aşırı tüketimi engellemeliyiz.

2.İşsizlik sorununu, insanın kendine ayırdığı zamanı arttırıp çalışma sürelerini kısaltarak, turizm, el işleri, yardım çalışmaları gibi yeni oluşumlara kaydırarak çözmeliyiz.

3. Ham madde ve enerji tüketimini giderek en az düzeye indirmeliyiz. Çevreci enerji kaynaklarını da arttırarak fosil enerji kaynaklarını ilaç sanayii için korumalıyız.

4.Nüfus artışını sınırlayarak doğal kaynaklar ve insan sayısı arasında sürdürülebilir bir orana ulaşmalıyız.

5.İleri teknolojileri kullanmadan önce güvenlik ve çevre faktörlerine uygun standartlar geliştirilmesini sağlamalıyız.

Görüşlerimi yazarken bunları gerçekleştirmek için gerekli olan ekonomik ve sosyal yapıyı irdeleyemedim. Merkezi bir planın gerekliliği yadsınamaz. Dünya devleti fikri bir hayal gibi görünse de başka şekilde eşgüdüm ve uygulama mümkün görünmüyor. Bilgisayar ve bilişim teknolojilerinin ve modelleme ve planlama teknikleri ile insanlığa yardımcı olacağına inanıyorum.

Bu yazımı hazırlarken okuyup düzeltmeleri yapan ve fikirlerini paylaşan çok yakın dostum Veli Akçaoğlu'na çok teşekkür ediyorum