Dünya üstünde yaşayan insanların yaşam felsefelerini gözden geçirip yeniden şekillendirmeleri gerektiğine inanıyorum.
"Wall Street'i işgal et " eylemleri çok sönük de olsa böyle bir başlangıcın habercisi olabilir.
Almanya'da bulunduğum 10 yıl içinde nükleer reaktör masalını çok dinledim (1971-81). 40 yıl önce nükleer atıkların saklanması bir dertti. Gene çok büyük bir dert. O zamanlar da nükleer karşıtları, atık taşıyan trenlerin önüne yatıyor, raylara kendilerini zincirliyordu. Bugün onların çocukları, torunları da aynı şeyleri yapıyor. O gün reaktör güvenlik sorunları tartşılıyordu. (Terör sonucu uçak çarpmasına dayanacak kabuk) bugün gene tartşılıyor. Bir savaş halinde füzelerin hedefi olacağı hiç konuşulmuyordu. Bugün bu olasılık da hiç uzak olmasa gerek.(Füzesavar kalkanı projesi de maliyete eklenmeli)
Almanlar, hepimizin bildiği gibi çalışkan ve disiplinli insanlardır. Onların yarattığı DIN standartları çok eski ve kapsamlı olup bütün dünyaya örnek olmuştur. Organizasyon ve çalışma disiplini de çok yüksek olan bu insanların kendi ülkelerinde reaktör yapımını fazla desteklemediklerini biliyoruz. Fransa disiplin olarak aynı özellikleri taşımasa da nükleer enerjiyi desteklemiş ve bugüne kadar da büyük bir sorun yaşamamıştır. Ama Japonya'da olduğu gibi bir felaket yaşamayacaklarını da kimse garanti edemez.
Bence teknoloji son 60-70 yılda aşırı gelişmiş ve bilimin önüne geçmiştir. Ben ürettim sen kullan diyor ama insanlık bilimsel olarak bir santralin yapımı ve işletilmesi için gereken güvenlik normlarını düzenlemekten ve uygulamaktan bile aciz bir durumda. Japonya'da görüldüğü gibi aşırı ayrıntıya inen ve bazen hiç akla gelmeyen ihtimallerin oluşacağını da düşünerek dikkate almak gerekiyor. Bilimden sınırlarını aşan falcıllık ve kehanetlerinde bulunması beklenemez.
1970 li yılların ortasında Roma Kulübü çalışmaları yapılmıştı. Belki de enerji krizi gene o yıllarda böyle bir çalışmayı tetiklemişti. Araba yerine bisikletle iş yerine gidildiği o yılları çok iyi hatırlıyorum. Roma Kulübü, kabaca, o zaman dünya nüfusunun çok fazla artması, ham madde ve enerji kaynaklarının çok hızlı bir şekilde tükenmesi, hava kirliliğinin çok fazla artması gibi konuları bilimsel olarak inceleterek 1970-2010 yılları arasında projeksiyonlar yapmış ve içinde bulunduğumuz yıllar için çok karamsar bir tablo çizmişti.
Şu sıralarda bütün dünyada AVM'lerle ve kredi kartları ile korkunç bir tüketim çılgınlığı yaşıyoruz. Dünyadaki ekonomik kriz bile para arzı ile yani tüketimi sürdürerek tedavi edilmeye çalışılıyor. Nüfus gittikçe artıyor, işsizlik bütün dünyanın başında Demokles’in kılıcı gibi asılı dururken, yeni doğanların da giderek iş hayatına katılacak olması, ilerisi için felaketi kamçılamaktadır. Hava kirliliği (CO2 salınımı) ve küresel ısınma sorunları deniz seviyelerinin yükselmesi sonucu kıyılardaki yerleşim yerlerinin su altında kalmasını ve kütlesel göç olaylarını tetikliyor. Çin ve Tayland gibi ülkeler bu gerçekleri yaşıyorlar. Enerji kaynaklarının hızla azalması ülkeler arasında hegomanya savaşlarına sebep oluyor. Irak ve Libya'nın işgali çok yakında yaşadığımız örnekler. Alternatif enerji kaynaklarının hızla geliştirilmesine karşın toplam enerji ihtiyacını yeterli oranda karşılayamıyor.
Hatırladığım kadarı ile, bir yazıda, enerji kaçaklarının da yeniden kazanılması sonucu yeni bir enerji kaynağı yaratılabileceği belirtilmişti Ne kadar aykırı görünse de bu durum, enerji tüketiminde aşırıya kaçtığımızın ötesinde, hoyratça bir tutum içinde olduğumuzu da gösteriyor.
40 yıldır dünyamız yaklaşan felaketi algılayamadı. Bugün yaşadığımız ekonomik krizler, sinir uçlarına batırılmış bir iğne gibi, belki bizi uyarır.
1.Uygarlığın ölçüsünün tüketmek olmadığını kavramalıyız. Huzurlu, alçak gönüllü yaşayarak, zor şartlar altında yaşayan insanları da gözeterek, zorunlu yaşam ihtiyaçları dışındakileri azaltarak aşırı tüketimi engellemeliyiz.
2.İşsizlik sorununu, insanın kendine ayırdığı zamanı arttırıp çalışma sürelerini kısaltarak, turizm, el işleri, yardım çalışmaları gibi yeni oluşumlara kaydırarak çözmeliyiz.
3. Ham madde ve enerji tüketimini giderek en az düzeye indirmeliyiz. Çevreci enerji kaynaklarını da arttırarak fosil enerji kaynaklarını ilaç sanayii için korumalıyız.
4.Nüfus artışını sınırlayarak doğal kaynaklar ve insan sayısı arasında sürdürülebilir bir orana ulaşmalıyız.
5.İleri teknolojileri kullanmadan önce güvenlik ve çevre faktörlerine uygun standartlar geliştirilmesini sağlamalıyız.
Görüşlerimi yazarken bunları gerçekleştirmek için gerekli olan ekonomik ve sosyal yapıyı irdeleyemedim. Merkezi bir planın gerekliliği yadsınamaz. Dünya devleti fikri bir hayal gibi görünse de başka şekilde eşgüdüm ve uygulama mümkün görünmüyor. Bilgisayar ve bilişim teknolojilerinin ve modelleme ve planlama teknikleri ile insanlığa yardımcı olacağına inanıyorum.
"Wall Street'i işgal et " eylemleri çok sönük de olsa böyle bir başlangıcın habercisi olabilir.
Almanya'da bulunduğum 10 yıl içinde nükleer reaktör masalını çok dinledim (1971-81). 40 yıl önce nükleer atıkların saklanması bir dertti. Gene çok büyük bir dert. O zamanlar da nükleer karşıtları, atık taşıyan trenlerin önüne yatıyor, raylara kendilerini zincirliyordu. Bugün onların çocukları, torunları da aynı şeyleri yapıyor. O gün reaktör güvenlik sorunları tartşılıyordu. (Terör sonucu uçak çarpmasına dayanacak kabuk) bugün gene tartşılıyor. Bir savaş halinde füzelerin hedefi olacağı hiç konuşulmuyordu. Bugün bu olasılık da hiç uzak olmasa gerek.(Füzesavar kalkanı projesi de maliyete eklenmeli)
Almanlar, hepimizin bildiği gibi çalışkan ve disiplinli insanlardır. Onların yarattığı DIN standartları çok eski ve kapsamlı olup bütün dünyaya örnek olmuştur. Organizasyon ve çalışma disiplini de çok yüksek olan bu insanların kendi ülkelerinde reaktör yapımını fazla desteklemediklerini biliyoruz. Fransa disiplin olarak aynı özellikleri taşımasa da nükleer enerjiyi desteklemiş ve bugüne kadar da büyük bir sorun yaşamamıştır. Ama Japonya'da olduğu gibi bir felaket yaşamayacaklarını da kimse garanti edemez.
Bence teknoloji son 60-70 yılda aşırı gelişmiş ve bilimin önüne geçmiştir. Ben ürettim sen kullan diyor ama insanlık bilimsel olarak bir santralin yapımı ve işletilmesi için gereken güvenlik normlarını düzenlemekten ve uygulamaktan bile aciz bir durumda. Japonya'da görüldüğü gibi aşırı ayrıntıya inen ve bazen hiç akla gelmeyen ihtimallerin oluşacağını da düşünerek dikkate almak gerekiyor. Bilimden sınırlarını aşan falcıllık ve kehanetlerinde bulunması beklenemez.
1970 li yılların ortasında Roma Kulübü çalışmaları yapılmıştı. Belki de enerji krizi gene o yıllarda böyle bir çalışmayı tetiklemişti. Araba yerine bisikletle iş yerine gidildiği o yılları çok iyi hatırlıyorum. Roma Kulübü, kabaca, o zaman dünya nüfusunun çok fazla artması, ham madde ve enerji kaynaklarının çok hızlı bir şekilde tükenmesi, hava kirliliğinin çok fazla artması gibi konuları bilimsel olarak inceleterek 1970-2010 yılları arasında projeksiyonlar yapmış ve içinde bulunduğumuz yıllar için çok karamsar bir tablo çizmişti.
Şu sıralarda bütün dünyada AVM'lerle ve kredi kartları ile korkunç bir tüketim çılgınlığı yaşıyoruz. Dünyadaki ekonomik kriz bile para arzı ile yani tüketimi sürdürerek tedavi edilmeye çalışılıyor. Nüfus gittikçe artıyor, işsizlik bütün dünyanın başında Demokles’in kılıcı gibi asılı dururken, yeni doğanların da giderek iş hayatına katılacak olması, ilerisi için felaketi kamçılamaktadır. Hava kirliliği (CO2 salınımı) ve küresel ısınma sorunları deniz seviyelerinin yükselmesi sonucu kıyılardaki yerleşim yerlerinin su altında kalmasını ve kütlesel göç olaylarını tetikliyor. Çin ve Tayland gibi ülkeler bu gerçekleri yaşıyorlar. Enerji kaynaklarının hızla azalması ülkeler arasında hegomanya savaşlarına sebep oluyor. Irak ve Libya'nın işgali çok yakında yaşadığımız örnekler. Alternatif enerji kaynaklarının hızla geliştirilmesine karşın toplam enerji ihtiyacını yeterli oranda karşılayamıyor.
Hatırladığım kadarı ile, bir yazıda, enerji kaçaklarının da yeniden kazanılması sonucu yeni bir enerji kaynağı yaratılabileceği belirtilmişti Ne kadar aykırı görünse de bu durum, enerji tüketiminde aşırıya kaçtığımızın ötesinde, hoyratça bir tutum içinde olduğumuzu da gösteriyor.
40 yıldır dünyamız yaklaşan felaketi algılayamadı. Bugün yaşadığımız ekonomik krizler, sinir uçlarına batırılmış bir iğne gibi, belki bizi uyarır.
1.Uygarlığın ölçüsünün tüketmek olmadığını kavramalıyız. Huzurlu, alçak gönüllü yaşayarak, zor şartlar altında yaşayan insanları da gözeterek, zorunlu yaşam ihtiyaçları dışındakileri azaltarak aşırı tüketimi engellemeliyiz.
2.İşsizlik sorununu, insanın kendine ayırdığı zamanı arttırıp çalışma sürelerini kısaltarak, turizm, el işleri, yardım çalışmaları gibi yeni oluşumlara kaydırarak çözmeliyiz.
3. Ham madde ve enerji tüketimini giderek en az düzeye indirmeliyiz. Çevreci enerji kaynaklarını da arttırarak fosil enerji kaynaklarını ilaç sanayii için korumalıyız.
4.Nüfus artışını sınırlayarak doğal kaynaklar ve insan sayısı arasında sürdürülebilir bir orana ulaşmalıyız.
5.İleri teknolojileri kullanmadan önce güvenlik ve çevre faktörlerine uygun standartlar geliştirilmesini sağlamalıyız.
Görüşlerimi yazarken bunları gerçekleştirmek için gerekli olan ekonomik ve sosyal yapıyı irdeleyemedim. Merkezi bir planın gerekliliği yadsınamaz. Dünya devleti fikri bir hayal gibi görünse de başka şekilde eşgüdüm ve uygulama mümkün görünmüyor. Bilgisayar ve bilişim teknolojilerinin ve modelleme ve planlama teknikleri ile insanlığa yardımcı olacağına inanıyorum.