
Drina Köprüsü romanını bulup üç gün içinde büyük bir zevkle okudum. Daha önce okumuş olsanız da hepinize tekrar okumanızı öneriyorum.
Bence Sırp romancı IVO ANDRİÇ, NA DRİNİ CUPRİJA romanında, çok tarafsız bir gözle Avrupa'da Osmanlı'nın doğuşu ve batışı arasındaki yaklaşık 350 yılı, bu köprü ile sembolleştirmiştir.
Osmanlı'nın topladığı 10-15 yaşları arasındaki devşirme Hristiyan çocukları, küçük Bosna atlarının sırtındaki sağlı sollu sepetler içerisinde İstanbul'a getirilirken, Vişegrad'da Drina'nın sol yakasında konaklarlar ve salla karşıya geçirilirlerdi. Anne ve babalar oğullarını son defa burada görürler ve çok acıklı görüntüler oluşurdu. 1516 yılının bir sabahında, sonradan Sokullu Mehmet Paşa olarak sadrazamlık yapacak yakınlardaki Sokoloviç köyünden bir çocuk da bu çocuklar arasındaydı


Sokullu Mehmet Paşa'nın gönderdiği ustalar 1566 yılında beş yıl sürecek köprü inşaatına başlarlar. Yapı 250 adım uzunluğunda ve 10 adım genişliğinde planlanmış 11 açıklıklı bir kemer köprüdür. Köprü ile birlikte bir de Kervansaray yapılmıştır. Kervansaray ,köprüden 200 adım mesafede, her hafta pazar kurulan Meydan'a çıkan yokuşun başladığı düzlükte inşa edilmiştir. Bu yapı tipik bir Osmanlı kervansarayı olup yeme içme dahil bir gecelik konaklama vakıf tarafından karşılanmaktadır. Macaristan elden çıktıktan sonra vakıf gelirleri yok olduğu için, yapı bakımsızlıktan harabeye dönmüştür. Avusturya'lılar gelince kalıntıları tamamen yıkarak yerine garnizon binası yapmışlardır.
Köprünün yapımı 5 yıl sürmüştür. İlk yıl ormandaki ağaçları kesmek ve kütükleri taşımak ile geçer. Drina'ın iki kıyısına da o kadar çok tahta yığarlar ki herkes ahşaptan bir köprü yapılacağını sanır. Sonra toprak tesviyesi ve kıyıdaki kayaları kırma işleri yapılır. İkinci yıl Dalmaçyalı taşçılar da gelir. 30 kadar taşçı ustasının şehirden bir saat uzaktaki Banya yakınlarında yonttuğu taşlar köprüye taşınır. Bir taraftan da işçiler köprü ayaklarını kuruda yapabilmek için suyun akıntısını değiştirecek kazık sıralarını hazırlayıp aralarını sepetlerle taşıdıkları kille doldurup bir nevi batardo oluştururlar. Yoğun çalışma bölgedeki yaşamı çok etkiler. Yöre halkının malı, tarlası, bahçesi, hayvanları zarar görür, kendisi de bazen parayla bazen de angarya ile çalıştırılır. Bu da halkta hoşnutsuzluk uyandırır. Bu hoşnutsuzluk direnişe, hatta köprüyü tahrip edecek sabotajlara kadar ulaşır. Sabotaj sırasında yakalanan birisi hunharca kazığa geçirilir ve henüz yaşarken halka teşhir edilir. Bu kazığa geçirilme sahnesi çoğu kişinin tamamını okuyamıyacağı kadar zalimcedir.



Daha sonra Sırbistan bağımsızlığını kazanır. 1914 yılında Saraybosna'da Avusturya-Macaristan veliahtinın bir Sırp tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına sebep olur. Avusturya'lılar Vişegrad'ı topa tuttukları bir sırada köprünün orta ayağının yanındaki ayak (şehre uzak olan) hasar görür . Daha önceleri Vişegrad'ın işgali sırasında köprünün o ayağında, bakım yapıldığı görünüşü verilerek patlayıcı madde yerleştirildiği halk arasında anlatılırmış. Köprünün tahribi o kadar güçlüdür ki ayaktan kopan büyük bir parça çarşıda Ali Hoca'nın dükkanına kadar ulaşır. Ali Hoca o gün, bu şaşkınlıkta evine ulaşmaya çalışırken yokuşta tıkanır ve ölür. Böylece Osmanlı'dan bir son iz de yok olmuştur.
Nejat Uğurlu 15.12.2007
Kaynakça: